Erman Hoca Fenomeni

-
Aa
+
a
a
a

Türk futbolunda son birkaç sezondur sanal bir kuruma dönüştü Erman Toroğlu’nun yorum programları. Artık maçlardan hemen sonra, kan ter içindeki futbolcular, nefes nefese, kendilerinin başrolü oynadığı pozisyonlar için bile “Vallahi Erman Hoca akşam yorumlayacak, bütün Türkiye görecek!” türünden açıklama(ma)lar getirerek sığınıyorlar bu kuruma. Gerçekten de Toroğlu, alıyor değneğini eline, basıyor fetvayı: “Böyle penaltı olmaz kardeşim! Bir kere düşen adam hemen dönüp hakeme bakamaz. Bakıyorsa var bir numara! Penaltı dediğin adam gibi olacak.” Taraftarıyla futbolcusuyla tüm camia rahata eriyor o dakikada. Ertesi gün “mağdur” durumdaki kulübün basın sözcüsü konunun deşilmesi üzerine veciz sözü taze bir güvenle yumurtlayıveriyor: “Dün akşam Erman Hoca’yı dinlemediniz mi?”

70’li yıllarda Ankara’da futbol oynamış, yirmi yıla varan kabzımallık kariyerinin yanında hakemlik yapmış, bugün kanıksadığımız yorumlarını olabildiğince tutarlılıkla sahaya yansıtmıştı Erman Hoca. Futbolculuğunu izlemiş olanlar, sahada yükselen gerilim mahalline doğru külhan yürüyüşüyle ilerleyişini yadırgamadılar, bu “hal ve gidiş”in 2000’lerin Türk futbolunun ölümcül önemde işlevsel kurumunun yapı taşını oluşturacağı da kestirilebilir değildi doğrusu.

Erman Hoca Kurumu, trafik cezalarının yorumlanmasından (“sarı ışıkta duramadığı için kırmızıda geçene ceza yazmam arkadaş”), sebze ve meyvenin hasını seçmedeki özgün ölçütlerine kadar  

geniş bir alana yayılarak yerleşiyor. Kitle memnun, can kulağıyla dinliyor Hoca’yı, benimsiyor onu. Maçlar tamamlandıktan sonra toplu sonuçlar, puan durumu, oyuncu ve teknik adamların açıklamalarının heyecanı, “Hoca ne diyecek acaba?” merakı kadar yakıcı olmuyor. O, birey olamamışlığın eksikliklerinin cisimleşmiş hali. Alabildiğine cazip bu yüzden: “Abimiz (süper egomuz) böyle buyurdu, biz de böyle düşünüyoruz.”   

Dört kırmızı kartlı Fenerbahçe-Galatasaray maçından sonra, G. Saray’lı Batista’nın F. Bahçe’li Serhat’a kafa atmasını yorumlarken, Serhat’a çıkışıp onu aldığı darbenin etkisini abartmakla suçlaması, ardından da “ben ona bir kafa koysam bakalım kalkabiliyor mu yerden” türünden sözler sarf etmesi, tahammül sınırımın bittiği noktaydı. Bu fenomenle ilgili zihnimde tek bir soru kaldı: Türk futbolunun Erman Toroğlu’nun yorumlarına gereksinimi var mıdır?

1940’ların başında ilk futbol yorumları gazetelerde boy göstermeye başladığında, Nusret Baba’nın “Favül nedir, nasıl olmalıdır?” yazılarından neredeyse daha karanlık bir düzlemde, dünya futbolunun yıllarca gerisine düşmüşken hele.